GezginManşet

Pandemide Uçak Yolculuğu ve Kısa Bir Londra

Pandemi dönemi hepimizi ne kadar sarstı farkındayım. Bu dönemde 8 defa uçağa binmiş ve yolculuk yapmış biri olarak kendimi biraz şanslı, biraz cesaretli biraz da akılsız olarak değerlendirebilirim sanırım. Mecburen verilmiş uzun bir yolculuk arasından sonra ufacık bir İngiltere gezisi fena olmaz diye düşünüp, sabahın beşinde İstanbul’un her yere epeyce uzak olan yeni havalimanı için yola koyuluyorum. Pandeminin bu sürece en büyük etkisi havayollarına olduğu için, sefer sayısı çok kısıtlı ve günde sadece bir Londra seferi varken ne yazık ki sabah uyanmayayım deyip, başka saatteki bir seferi seçme şansınız yok. Buna da şükür diyerek almıştım zaten biletimi. Havalimanına girmeden önce tüm hazırlıklar yapılıyor. Neredeyse 6-7 çift eldiven, 4 adet N95 maske, dezenfektan, ıslak mendil, hatta siperlik. Savaşa gidiyormuş gibi hazırlanıp çıktıktan sonra 1 saatlik araba yolculuğu ile Alana varıyorum.

Havalimanına girdiğim an bir rahatlama başlıyor. Oldukça sakin ve neredeyse bomboş… Kendi kendime “Senin gibi kaç deli olabilir ki zaten?” diye sormadan edemeden etrafı incelerken, alınan önlemlere bakınca daha da rahatlıyorum. Girişteki güvenlik kontrol noktasında eşyalarınızı koyduğunuz ve x-ray cihazından geçen plastik tepsiler bile dezenfekte ediliyor ve herkes sosyal mesafeye dikkatlice uyuyuor. Malum hem seyahat edilecek ülke, hem de Türkiye virüs olayında oldukça hatırı sayılır rakamlara sahip olduğundan, kalabalık insanlarla yaklaşım ve iletişimi biraz daha azaltabilmek adına kendimi Bussines Class’a upgrade ediyorum. Havalimanındaki tüm güvenlik ve pasaport işlemleri bittikten sonra, dutyfree alanına ve Lounge’a bakınca şaşırmamak elde değil. Tüm raflar savaş çıkmışçasına bomboş ve hiçbir şey yok.

Hafif hayretler içinde geçerken bunun nedeninin azalan yolcu sayısı ve ithal edilemeyen ürünler olduğunu öğreniyorum. Hemen bu hayretimin ardından şansıma yepyeni bir Airbus350’nin koltuğunda buluyorum kendimi demek isterdim ama aslında olan şey şu:

Uçağa biniyorum. Eldiven takıyorum. Tüm koltuk, kemer, cam havalandırma deliği, hatta ekran ve kumandasını anti bakteriyel mendille siliyorum. Yanıma dezenfektanı ve eldivenleri alıp, sevgili siperliğimle uzaylı gibi oturuyorum koltuğa ve başlıyoruz yolculuğa. Pandemi sureci her şeyi etkilediği gibi uçak yolculuğunu da çok etkiledi. Eskisi gibi şuradaki koltuk boş şuraya geçebilir miyim? Gibi bir ihtimaliniz yok. Yeriniz neresi ise oraya oturmak zorundasınız çünkü olası bir pozitif durumunda filyasyon ekibi etrafınızdaki yolcuları bulup, haber verip, uyarmak için tespit edebilmek zorunda. Ayrıca İngiltere’ye gitmeden önce doldurmanız gereken bir elektronik form var ve onu bir gün önceden doldurup ülkedeki bilgilerinizi giriyorsunuz ve alandaki check-in memuru o form numarasına koltuğunuzu kaydediyor. Hal böyle olunca siz de koltuğunuzu asla değiştiremiyorsunuz. Durum sadece bununla da sınırlı değil. İkram olarak sadece kapalı ambalajlı içecekler ve kapalı kutuda yine kapalı sandviç ve meyve salatası var. Eskisi gibi vay efendim hoş geldiniz ikramı, fıstık, fındık, porselen tabak cam bardak vs. yok. Su da zaten şişede geliyor. Sağlık kuralları gereği, siz yerken yanınızdaki yolcu maskeli, o yerken siz maskeli olmalısınız. Yani sırayla tüketebiliyor ve olabildiğince süratli tüketip, maskeyi geri takmanız isteniyor. Havayolu şirketleri “Dünya bu durumdayken sizi götürdüğümüze şükredin!” der gibi bir ikrama geçmiş.

Böylesine bir yolculuk sonrası Londra’nın yemyeşil arazileri üzerinde alçalarak Heathrow’a iniyoruz. Bir an şüphe ediyorum. Acaba Ercan mı burası? Diye. Bir günde inecek olan toplam sekiz uçaktan biriyiz ve takdir edersiniz ki alan bomboş. Ses yok, insan yok dükkân yok, kimse yok. Terkedilmiş gibi. Hatta bu boşluktan dolayı sistem o kadar hızlanmış ki, elektronik pasaport kontrolden geçip ilk çıkan yolcu olmama rağmen, bagaj bandına vardığımda bagajlarımız banttan indirilip dizilmiş bir şekilde bizi bekliyordu. Bu sırada bagajlarımız da havalimanı görevlisi tarafından dezenfekte bile edilmişti. 14 gün kendimi izole etmem gerektiğinden, “Araç kiralamam gerek ama bu mümkün mü?” diye düşünerek polise gidip soruyorum. Polis de gülerek “Elbette ki mümkün. Sadece kendinizi izole edeceksiniz suçlu gibi hapis değilsiniz. Herkesten iki metre uzakta ve devamlı maske takarak market alışverişinizi yapabilir, acil tüm ihtiyaçlarınızı karşılamak için dışarı çıkabilirsiniz. Yeter ki olası bir yeraltı treni, tren ve toplu taşıma kullanma yapacağınız durumda mesafenizi koruyun” diyor ve bende gönül rahatlığıyla aracımı kiralayıp yola koyuluyorum. Nasıl bir korkutulmuşsak Londra hakkında araçta kendi başıma giderken hala 4 saatlik uçuşta toplam 3 defa değiştiğim ve indiğimde de araca binerken yenilerini taktığım eldivenlerim ve yüzümde de maske ile araç kullanmaya çalışıyorum. Sonra bir anda kendime geliyorum. Arabadayım tek başımayım. Camlar kapalı. Neden maskeliyim? Bu düşünceler içinde yaklaşık iki saat süren ve ne zaman varsam kendimi evdeymiş gibi hissettiğim East Sussex bölgesine varıp 14 günlük self izoleye başlıyorum. Günümüz dünyasında bir yatak, bir telefon ve internetle yiyecek varsa inanın dayanılmaz hiçbir şey yok. Göz açıp kapayana kadar geçiyor süre ve bu sürede toplam 3 defa markete gidiyorum.

En büyük gezme yerim Sainsburry’s Market. Hele ki yanımda çilek dolgulu doughnutlarım varken dışarda da keskin soğuk olduğunu hatırlatacak olursam, sıcak evde zaman geçirip sütlü çay ve doughnut keyfinin kimseye zararı olmaz diyorum. 14. günün sonunda çıktığımda ise bizim alıştığımız yeni dünyadan çok başka bir dünya karşılıyor beni. İnsanlar fazlasıyla kurallı ama kimsede maske yok. Çok şaşırıyorum. Nasıl maskesiz olurlar? Diye düşünürken, birçok tabela görmeye başlıyorum. “Açık havada maske takmayınız” diye birçok uyarı ve billboard görüyorum. Radyolar bu konuda sürekli uyarı yapıyor. Mesafenize, el hijyeninize ve maskenize dikkat edin. “HANDS, FACE, SPACE” ancak hemen ardından yine açık havada maske takmayın diyorlar. Çok tuhaf geliyor, ancak tanıdık bir doktorla denk gelip sohbete başladığımızda anlıyorum sebebini. Çok net bir şekilde şunu söylüyor. Ülkede zaten normalüstü bir nüfus olmadığından ve diğer ülkeler kadar kalabalık olmadığından açık havada kimse kimseye fazla yaklaşamıyor diyor. Düşünüyorum gerçekten de öyle. Olası bir enfekte olma durumunuzda bizim en çok sizin sağlıklı ciğerlere sahip olmanıza ihtiyacımız var diyor. Ciğerleriniz ne kadar sağlıklıysa, o kadar rahat ve tehlikesiz atlatıyorsunuz. Eğer açık havada temiz hava almaz, sürekli maskedeki havayı solursanız, bu da sizin ciğerlerinizin gerilemesine sebep olacaktır. Bu durumda bende aynı uyarılara uyarak devam ediyorum oradaki günüme. Hemen size dükkân ve alışveriş noktalarından bahsedeyim. Dükkânlara girişte bildiğiniz trafik ışıkları konulmuş. Mağazanın içindeki akıllı sistem, içerdeki insan sayısını kontrol ediyor ve dolu seviyeye ulaştığında dışarda kırmızı ışık yanarak mağaza kapıları kapanıyor. Kapının önünde birisinin çıkmasını bekliyorsunuz. Zaman zaman uzun kuyruklar oluşabiliyor ancak rahat olun. Kuyruktakiler mesafe ve maskelerine dikkat ediyorlar. Birisi çıkınca yeşil yanıyor ve girdiğiniz zaman tekrar ardınızdan kapı kapanıyor. Her mağazanın girişinde dezenfektan kullanıyor ekstradan yanında duran eldivenleri takıyor ve mağazadan çıkışta yine eldivenleriniz için konulmuş çöpe eldivenlerinizi bırakıp sonrasında da yine dezenfektanı kullanıp çıkıyorsunuz. Sistem muhteşem ancak tek sıkıntı bu sistemin diğer ülkelere oranla çok geç kullanıma başlanması. Yani hastalık hemen hemen her yere yayıldıktan sonra dikkat etmeye başlamışlar. Doğal olarak bu da oldukça yaygın bir seviye ile karşımıza çıkmalarına neden olmuş. Restoran ve kafeler ben ilk gittiğimde sadece take-away olarak hizmet verse de daha sonra açılmıştı. Birkaç TGI Fridays, Chinatown, Brough Market keyfi yapmama engel olmadı açıkçası ama ben döner dönmez yeniden kapanmışlar. Bu yüzden şanslı bir döneme denk geldim diyebilirim. Eve take-away siparişi verirken ne bedava yaşadığımızı farkına varmamak elde değil. Şartların zorlayıcı olduğu şu dönemde bile yani mecbur eve yemek çağırmanız gereken şu günlerde olsak dahi eve yemek getirmek birçok restoran için ekstradan bir ya da iki pound arasında kazanç ve size de yansıtılan hizmet bedeli demek. Oysaki bizim ülkemizde restoranda ne kadara yiyorsan ayni fiyata kapına geliyor. Bu hizmetin değerini bilmek gerek.

Dönüş prosedürüne gelince, hemen hemen her şey yine ayni. Havalimanına vardığınızda yine sakin ve sessiz bir alan karşılıyor sizi. Gelin görün ki Türk Hava Yolları kontuarı pek öyle değil. Oldukça kalabalık ve hınca hınç dolu bir sıra gözüme çarpıyor. Yolcuların yüzde doksanı İstanbul’dan aktarma yaparak Afrika ülkelerine gidecek. Türk Hava Yollarından da başka şansları yok gibi çünkü şu pandemi sürecinde uçan çok az havayolu var. Tüm işlemleri tamamlayıp güvenlik noktasına gelince ise biraz hayal kırıklığına uğruyorum. İngiltere havacılık güvenliği konusunda dünyadaki en dikkatli ve kılı kırk yaran ülkelerden biri olduğu için ayakkabılarınıza kadar çıkarmanızı istiyor ve bu standart hale gelmiş bir uygulama. Ancak bunu isterken ayaklarınıza giyebileceğiniz herhangi bir galoş ve benzeri bir şey vermekten de vazgeçmiş. Hiçbir şekilde kaçarınız yok. O çoraplar yere basacak. Bu özellikle şu pandemi döneminde oldukça rahatsız edici ama ayaklarınızı ağzınıza gözünüze yada burnunuza sokmayacağınıza göre eve varmayı bekleyecek kadar sakin kalırsanız ve ayakkabılarınızı giydiğiniz anda elinizi dezenfekte ederseniz sorun olmuyor. Yine sosyal mesafeli bir alanda, sosyal mesafeli oturarak, uçağa binmeyi bekleyip, sosyal mesafeli olarak sıradan körüğe geçtikten sonra sosyal mesafe diye bir şey kalmıyor ve uçağa yerleşemeyen yolcular yüzünden kapıda oluşan kalabalık nedeni ile sosyal mesafesiz kalıyorsunuz. Neyse ki uçağa girdiğinizde durum sakinliyor. Hemen bu noktada bir açıklama daha yapmam gerek. “Uçakta zaten hep beraber oturacaksınız. Sosyal mesafe derdin ne?” diye soracak olursanız devreye yeni teknoloji giriyor. Uçaklarda arada bir koltuk boş bıraksak mı bırakmasak mı? Diye dünya havacılık otoriteleri düşünürken boş kalacak koltuk mesafesinin 50cm olduğunu ve bunun boş kalsa dahi ne yanınıza ne sağınız ne de arkanızla önünüze bir faydası olmayacağını ve en iyi uçma şeklinin her üçlü koltuğa bir yolcu ve her üçlü sıra arasında da bir boşluk olması gerektiğine karar veriyorlar. Yani siz 1A koltuğunda oturursanız, diğer yolcu ancak 3C koltuğunda oturursa sosyal mesafe sağlanmış oluyor. Bu olası değil çünkü bu durumda siz normalde ödediğiniz bilet ücretinin 7 katını ödemek durumunda kalırsınız. İşte bu noktada mühendisler düşünüp yeni bir filtreleme sistemi geliştiriyorlar. HEPA adı verilen yeni filtreler havadaki virüsü %99,97 oranında yok ediyor. Yanınızdaki yolcunun soluduğu havayı sizin de solumamanız için ise uçak içindeki hava her üç dakikada bir tamamen tazeleniyor ki normalde bu durum ortalama yirmi dakikada birdir. Maskeli bir şekilde oturmanız zorunlu ve siz yemek yerken ya da bir şey içerken yanınızdaki yolcu maskeli olmak zorunda demiştik. Sizin tüketiminiz bitince diğer yolcu maskesini çıkarıp kendi yiyeceğini tüketebiliyor. Buna göre yapılan araştırmalar sonucu, yanınızdaki yolcu ile kişisel olarak fazla temas etmez, sohbet etmez, el ele tutuşmaz veya onun masası kemeri ve koltuğuyla çok muhatap olmazsanız uçak yolculuğunun restorana gitmekten 17 kez daha tehlikeli ve ameliyathane kadar steril olduğunu gösteriyor. Uçaklar her uçuş sonrası dezenfekte edilip ilaçlanıyorlar ve yapılan ilaçlamanın etkisi normal süre olarak 48 saat geçerli virüs barındırmama özelliği olsa dahi her 24 saatte bir bu işlem yeniden yapılıyor.

Sonuç olarak toparlayacak olursak belli ki bu dönem hepimiz için yorucu ve sıkıcı geçiyor ancak yeni şartlara alışmaya başladığımızda inanın hayat daha da sıkıcı ve uzun kuyruklarda beklemeli olacak. Uzun bir süre market ve mağazalara sırayla girip mesafemize dikkat edip, uçak yolculukları keyiften çok kurallı iş toplantıları gibi olacağa benziyor. Buna rağmen her zaman her şekilde olduğunuz ülkeden biraz dışarı çıkabiliyor olmak ve arada bir farklı kültür ve coğrafyada nefes alabiliyor olmak kesinlikle paha biçilemez.

Benzer Haberler

Başa dön tuşu